Dünya
Türkiye, Trump ve Avrasya Alternatifi: “Jeopolitik Zorluklar ve Rusya’nın Rolü”
Yaklaşık
3 hafta öncetarih
Yayınlayan
Ebru Kaplan
VOİCEPRESS’e verdiği özel röportajda, Rus askeri uzmanı ve siyaset bilimci Evgeny Mikhaylov soruları yanıtladı.
VOİCEPRES ile yapılan özel röportajda Rus askeri uzmanı ve siyaset bilimci Evgeny Mihaylov, Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşüyle birlikte uluslararası siyasi ortamın büyük değişiklikler geçirdiğini belirtiyor. Son yıllarda Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler ciddi sınavlardan geçerken, şimdi yeniden gündeme geliyor. Washington’un yeni politikaları ışığında, Moskova ve Ankara arasındaki stratejik denge nasıl değişecek?
Bu ve diğer soruları, Rus askeri uzmanı ve siyaset bilimci Evgeny Mihaylov, VOİCEPRES’e verdiği özel röportajda yanıtlıyor. Görüşmede, Rusya-Türkiye iş birliğinin ana hatları, olası jeopolitik zorluklar ve dünya düzeninin yeniden şekillenmesiyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği ele alınıyor.
-2016’dan sonra Suriye’deki Rus-Türk ilişkileri nasıl değişti ve bu değişiklikler, ABD dahil olmak üzere farklı ülkelerin dış politika değişiklikleriyle nasıl ilişkili?
Evgeny Mihaylov: “2016’dan sonra, Rusya-Türkiye ilişkileri köklü bir değişim geçirdi. Karmaşık uluslararası ortam ve Rusya’ya yönelik benzeri görülmemiş yaptırım baskıları altında, Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri olarak, Rusya için önemli bir ortak haline geldi. Türkiye, Batılı şirketlerin daha önce geleneksel olarak işgal ettiği bazı pazarları ikame etme kapasitesine sahip.
Türk iş dünyası için potansiyelli alanlar, teknoloji ithalatı, kendi üretimi olan ekipman ve ürünlerin tedariki gibi sektörlerde bulunmaktadır. Bir dizi engelleyici faktöre rağmen, Rusya ve Türkiye arasındaki iş birliği dinamik bir şekilde gelişmeye devam etmektedir. İşbirliği, hem hükümetler arası ve bölgesel düzeyde hem de çeşitli ticari etkinlikler çerçevesinde yürütülmektedir.
Batılı ülkelerden gelen baskılara rağmen, Rus iş dünyasının Türk pazarındaki payı sürekli artmaktadır. Rus üretimlerinin Türkiye’ye yerleşmesi ve yeni potansiyel alanların gelişmesi gözlemleniyor. Özellikle dijital alan, e-ticaret ve yaratıcı endüstrilerde önemli bir potansiyel bulunmaktadır.
Yaptırım tehditlerine ve Batı’nın korkutma çabalarına rağmen, Rusya ve Türkiye karşılıklı yararlı projeleri hayata geçirme fırsatlarını bulmaya devam etmektedir. Bu işbirliği yalnızca ekonomiyle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda askeri ve siyasi alanlarda da gelişiyor, bu da ilişkilerimizi stratejik olarak önemli kılıyor.”
-Rusya ve Türkiye’nin Suriye ve Ukrayna’daki stratejik çıkarları, Trump öncesi ve sonrası uluslararası siyasi durumla nasıl değişiyor?
Evgeny Mihaylov: “8 Aralık 2025’te, eski Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad, ülkeyi terk etti. Bu süreçte, özellikle Türkiye’nin etkisi görüldü, bu da bölgedeki stratejik çıkarlarıyla uyumludur. En önemlisi, Ankara’nın ulusal güvenlik tehdidi olarak gördüğü Kürt meselesidir.
Rusya, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda Esad hükümetini sonuna kadar destekledi. Ancak, hem Moskova hem de Ankara’nın ekonomik bağlarını koparmak istemediği aşikâr; özellikle enerji sektöründe uzun süredir devam eden işbirliği bulunmaktadır.
Ancak, ülkeler arasındaki diplomatik ilişkileri zorlaştıran iki önemli faktör var. Birincisi, Türkiye’nin ekonomisi büyük ölçüde Batı’ya bağlı. İkincisi ise, Ankara’nın Esad’ın devrilmesinde ve Suriye muhalefetini desteklemede önemli bir rol oynamış olmasıdır. Bu farklılıklara rağmen, Moskova ve Ankara’nın, karşılıklı ekonomik ve jeopolitik çıkarları doğrultusunda işbirliği yolları aramaya devam etmeleri bekleniyor.
Rusya, Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerin normalleşmesini teşvik etmeye çalışacak. Bu, iki ana hedefi gerçekleştirmeyi gerektiriyor.
Bu, iki temel hedefin gerçekleştirilmesini gerektiriyor: Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve birliğinin korunması ve aynı zamanda terörist grupların sızabileceği Suriye-Türkiye sınırının güvenliğinin sağlanması.
Eğer Suriye’de yeni bir iç savaş patlak verir ve etki mücadelesi başlarsa, bu yalnızca bölgeyi değil, tüm dünyayı, özellikle de komşu ülkeleri etkiler.
Suriye’deki durum, Ortadoğu için benzersiz değildir, ancak sonuçları büyük ölçüde ülkede hangi yönetimin iktidara geleceğine bağlıdır. Şu anda belirgin bir güçlü lider olmadığı için, ülkenin birkaç küçük birime bölünme olasılığı artmaktadır. Böyle bir durumda, sadece Suriye değil, aynı zamanda komşu ülkeler, özellikle de Kürt faktörü nedeniyle İran ve Türkiye tehlike altına girecektir.
Daha önce Esad yönetimini destekleyen ve İsrail ile ABD ile ilişkiler kuran Kürtler, kendi devletlerini kurduklarını ilan ederlerse, bu kaçınılmaz olarak İran ve Türkiye’deki Kürt hareketlerinin canlanmasına yol açacaktır; burada “Kürdistan İşçi Partisi” faaliyet göstermektedir. Bu durum, bölge için ek riskler oluşturmakta ve doğrudan Ankara’nın çıkarlarını etkilemektedir.
Rusya, Türkiye ile aktif işbirliği yaptığı için, dolaylı da olsa bu durumdan uzak kalmayacaktır. Bu koşullar, Moskova ve Ankara’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını daha da yakınlaştırmakta, özellikle de Donald Trump’ın Beyaz Saray’a geri dönmesiyle birlikte. Türkiye’nin Ukrayna’daki çatışmanın sona erdirilmesi konusundaki arabuluculuk çabalarını ve Trump’ın “her şeyi çözmeye hazır olduğunu” söylemesi göz önüne alındığında, yaz aylarında Moskova ve Ankara’nın ortak eylemlerinin, hem Ortadoğu’da hem de muhtemelen Ukrayna’daki müzakerelerde aktif hale gelmesi beklenebilir.
İstanbul’da yapılan müzakerelerin başarısızlığının, Türkiye’nin tutumundan değil, İngiltere’nin müdahalesinden kaynaklandığı deneyimi gösterdi. Şimdi, Kiev rejiminin yenilgisi ve Türkiye için stratejik öneme sahip Ukrayna’nın altyapısının tahrip edilmesinin ardından, Ankara muhtemelen çıkarlarını korumaya çalışacaktır. Dahası, Türkiye’nin NATO ve AB’yi gelecekteki müzakere sürecinin dışında bırakmak için Trump’ın olası girişimlerinde yer almasını dışlamak mümkün değildir.
Türkiye, Zelenski’nin 18 yaşındaki gençleri cepheye çağırma girişiminin, aslında Ukrayna’nın uluslararası alandaki bağımsızlığını kaybetmesi anlamına geldiğini çok iyi anlıyor. Bu senaryo, büyük yatırımlar yaptığı Ukrayna’yı kaybetmek istemeyen Ankara’nın hoşuna gitmeyecektir ve şimdi çıkarlarını korumak için yeni yollar aramak zorunda kalacaktır”.
-Suriye çatışması ve Ukrayna savaşı bağlamında, Rusya-Türkiye ilişkileri, Birleşmiş Milletler (BM) ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) gibi uluslararası kuruluşlardaki etkileşimlerini nasıl etkiledi?
Evgeny Mihaylov: “Recep Tayyip Erdoğan’ın Kırım meselesindeki yüksek sesle dile getirdiği açıklamalar göz önüne alındığında, bunların öncelikle Kiev’e destek gösterisi ve Moskova’yı sürekli tetikte tutma amacı taşıdığı açık. Ancak, Ukrayna çatışmasının başından itibaren Ankara, Kiev’in Moskova ile karşı karşıya geldiğinde zafer kazanma şansının olmadığını çok iyi biliyordu.
Hem Rusya hem de Ukrayna ile yakın bir partner olan Türkiye, çatışmanın çözülmesinde arabulucu olma çabalarını aktif olarak sürdürdü. Taraflar arasında bir dizi önemli müzakere gerçekleştirdi ve diplomatik çözüm konusunda istekli olduğunu gösterdi. Bugün itibarıyla Türkiye, Rusya’nın düşman ülkeler listesinde olmayan tek NATO üyesi olarak kalmaktadır.
Birçok Türk analist 2022’de Zelenski rejiminin çöküşünü öngörmüştü ve bu tahminler tesadüfi değildi. Suriye çatışmasının başlangıç deneyimlerinden hareketle, Rusya-Türkiye ilişkilerindeki ani soğuma dönemi ve ardından gelen gelişmeler, özellikle Moskova’nın Erdoğan’ı devlet darbesi girişimi sırasında desteklemesi, ikili ilişkilerin dinamiğini ciddi şekilde değiştirdi.
Ankara, Rusya ile uzlaşmalar bulabileceğini ve Batılı partnerlerin baskılarına aldırış etmeden işbirliğinden maksimum faydayı çıkarabileceğini fark etti. Bu politikanın sonuçlarından biri, Temmuz 2024’te Erdoğan’ın Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) tam üyeliği için niyetini kamuoyuna açıklamasıydı. Bu açıklama, Washington’da yapılan NATO zirvesinin ardından yaptığı basın toplantısında duyurulmuştu ve Batı’daki Rusya karşıtı muhaliflerde şok etkisi yaratmış, Kiev’de ise Ukrayna çıkarlarına ihanet olarak algılanmıştı.
Erdoğan doğrudan şunu söyledi: “Şu anda ŞİÖ’de gözlemci statüsüne sahip olan Türkiye’nin amacı, bu örgütte tam üyelik elde etmektir. Artık ‘Şanghay Beşiği’ne katılmalıyız.”
Türkiye’nin Rusya ve Çin ile yakınlaşması, yeni ABD yönetimini kesinlikle rahatsız ediyor. Donald Trump’ın “Büyük Amerika” konseptini inşa eden ekibi, bunu kendi jeopolitik planlarına bir engel olarak görüyor. Türkiye-Rusya-Çin işbirliğinin derinleşmesi, Amerika’nın Avrasya’daki etki stratejilerini sorgulatıyor ve Washington için yeni zorluklar yaratıyor.”
–Rusya ve Türkiye’nin Batı’ya karşı politikasındaki 2016 yılı öncesi ve sonrasındaki temel farklar nelerdi ve bu farklar ikili ilişkilere nasıl yansıdı?
Evgeny Mihaylov: “2016 yılına kadar Türkiye ile Rusya arasında dış politika konusunda bir dizi ciddi anlaşmazlık vardı. Bunlardan en önemlisi, bence, Suriye çatışmasıydı: Rusya, Beşar Esad hükümetini aktif bir şekilde destekliyordu, bu da Batı’nın çıkarlarıyla ve Suriye rejimine karşı duran Türkiye’nin tutumuyla çelişiyordu.
Ayrıca, Moskova ve Ankara arasındaki ilişkiler, 2015 yılında Türk Hava Kuvvetleri’nin Rus Su-24 bombardıman uçağını düşürmesiyle keskin bir şekilde gerildi. Bu olay, ikili ilişkilerde ciddi bir krize yol açtı, ancak zamanla durum değişti. 2016 yılında Türkiye’deki başarısız darbe girişiminin ardından, Recep Tayyip Erdoğan, bu girişimi düzenlemekle Washington’ı suçladığında, Ankara dış politikasını yeniden gözden geçirmeye başladı. Rusya ise dolaylı olarak o dönemde Türk hükümetine destek verdi, bu da ikili ilişkilerdeki dönüm noktası oldu.
Bu tarihten sonra Türkiye, Batı’dan giderek uzaklaşmaya başladı ve nihayetinde politikasının vektörünü Rusya’ya doğru değiştirdi. Bu süreçte, Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla Suriye krizinin ortak çözümü önemli bir rol oynadı ve ardından Moskova ile Ankara arasındaki ilişkilerde belirgin bir ısınma yaşandı.
İlişkilerin güçlenmesinde ekonomik faktörler de önemli bir rol oynadı. 2020 yılında “Türk Akımı” doğalgaz boru hattı projesi başlatıldı, Akkuyu nükleer santrali inşaatına başlandı ve Türkiye, Rusya’dan S-400 hava savunma füze sistemleri satın aldı, bu da ABD tarafından olumsuz bir tepkiyle karşılandı. Washington, buna karşılık Türkiye’ye yaptırımlar uyguladı ve F-35 savaş uçakları programından dışladı, bu da Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşmasının bir başka adımıydı.
Tüm bunlara rağmen Türkiye, Rusya ile Batı arasında denge kurmaya devam etti. Ukrayna’da özel askeri harekâtın başlaması, ikili ilişkileri daha da karmaşıklaştırdı: Ankara, Kiev’e Bayraktar insansız hava araçları tedarik etti, bu da Moskova’da olumsuz bir tepki yarattı. Ancak, küresel olayların gelişimi, tarafların pozisyonlarını yeniden şekillendirdi.
Gazze bölgesindeki çatışmanın başlamasıyla Türkiye, Filistin’i destekleyen sert bir tutum aldı, bu da Batı tarafından sert bir şekilde kınandı. ABD ve müttefikleri, İsrail’e silah tedariklerini artırırken, Ukrayna’ya askeri yardımları azalttı. Batı’nın silah tedariklerinin kısıtlanması, Kiev’in cephedeki olanaklarını ciddi şekilde zayıflattı ve bu da Ukrayna toplumunda krizlere yol açtı. Bu arka planda Zelenski rejimi, kitlesel seferberlik kampanyaları yürütmeye başladı, bu da ülkedeki sosyal hoşnutsuzluğu artırdı.
Tüm bu olaylar, Türkiye’yi NATO üyesi ülkelerden daha da uzaklaştırdı. Dahası, bana göre, Ankara, Batı ve ABD’ye yönelik önceki tek yönlü yöneliminin yanlış olduğunu fark etti. Sonuç olarak, Türkiye çok yönlü bir politika benimsemeye karar verdi ve farklı jeopolitik güç merkezleri arasında denge kurmayı hedefledi.
Yukarıda anlatılanlardan şu sonuç çıkarılabilir: 2016 sonrası Rusya ile Türkiye arasındaki yakınlaşma, Ankara’nın Batı ile ilişkilerinin bozulmasının doğrudan bir sonucuydu. Son yıllarda, Türkiye’nin AB ve ABD’nin siyasi çizgisini desteklemediği ancak NATO ile bağlantılarını tamamen kesmemek için çaba gösterdiği açık hale geldi. Moskova ise, Batı ile işbirliğini sürdürmek için Türkiye’yi önemli bir ekonomik kanal olarak kullanmaktadır.”
-Rusya-Türkiye güvenlik ve ekonomi alanlarındaki işbirliği, küresel ve bölgesel faktörleri göz önünde bulundurarak, Trump başkanlığı öncesi ve sonrasındaki uluslararası politikalardaki değişimleri nasıl yansıtıyor?
Evgeny Mihaylov: “Bence, Türkiye, Donal Trump’ın yeni başkanlık döneminde Avrasya ülkeleriyle yakınlaşma çabalarını önemli ölçüde artırabilir ve Batı’dan uzaklaşabilir. Ankara ile Washington arasındaki sorunlar, geometrik bir hızla büyümeye devam ediyor.
Özellikle Trump döneminde, Türkiye ile ABD arasındaki mevcut sorunların temelleri atıldı ve ikinci döneminde bu sorunlar daha da derinleşebilir. Erdoğan’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına karşı protesto ettiğini ve Trump’ın buna nasıl tepki verdiğini hatırlayın. Filistinlilerin yerinden edilmesi ve İsrail’in bölgede güçlendirilmesiyle ilgili açıklamaları, Türkiye’yi Çin ve Rusya gibi Avrasya ülkeleriyle maksimum entegrasyona itebilir.
Aynı zamanda, Trump döneminde Avrupa Birliği ülkelerinin güvenlik alanında sorunlarla karşılaşabileceğini unutmamak gerekir. Bu, Ankara ile AB arasındaki ilişkilerin bu bağlamda yumuşamasına yol açabilir, özellikle de Trump’ın AB’yi Ukrayna konusunda arabulucu olarak kabul etmiyor oluşu göz önüne alındığında. Türkiye, NATO ile Rusya arasındaki düşmanlığı hafifletme rolü üstlenebilir.
Her halükarda, Moskova’nın tutumu büyük bir önem taşıyor, çünkü şu anda güçlü bir pozisyonla hareket ediyor ve Kiev rejiminden Ukrayna’nın yeni bölgelerini temizliyor. Türkiye ile olan etkileşimimizi göz önünde bulundurursak, Moskova, Trump yönetiminin isteğinden daha fazla bir rol vermeyi düşünebilir. Uluslararası politikanın yeni gerçekleri ışığında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 80. Zafer Bayramı kutlamalarına Moskova’ya gelmesi fikri beni şaşırtmaz. Bu, hem Trump için hem de Avrupa için bir şok olurdu — “Hadi dostça yaşayalım” ve “tarihi yeniden yazmaya çalışmayalım” anlamına gelen bir sinyal olurdu.”
Kaynak: