Yaklaşık
3 gün öncetarih
Yayınlayan
Ebru KaplanYalnız kalmaktan korkuyoruz!
Daima yetersizliklerimizi haykıran zihnin elinde tutsak olmaktansa dışarıda bize duymak istediklerimizi söyleyecek sesler, gürültüler arıyoruz.
Gerçekten bu bir ihtiyaç mı, yoksa istek mi? Bunu da ayırt edemiyoruz.
Ekmek, su, hava gibi temel ihtiyaçlarımız var kabul ama yanımızda illa birilerinin olması ihtiyaç mı, yoksa olsa “fena olmaz” arzularımızdan mıdır?
Varlığımızın bir başkasının onayına, sevgisine, takdirine, kim olduğumuzu bize söylemesine, yardımına, desteğine ihtiyacı var mı gerçekten?
Yoksa çoğumuza öğretildiği gibi varlığımız eksik ve ancak bir anne, baba, çocuk, eş, sevgili, arkadaş, dost vb. ile mi tamamlanmış olacak. Bir başkasına muhtaç mıyız?
Yalnızlık korkusu yüzünden; anne ve babanın, eşin dostun, toplumun onayını kaybetmekten korktuğu için kendi kim olduğunun keşfine çıkamayan, özgürleşemeyen ne çok ruhu olgunlaşmayan yetişkin var değil mi?
Korku ile yanlış olduğunu bildiği ya da hissettiği halde ilişkiler kuruluyor.
Çoğunlukla yaşlandığında ona bakacak bir çocuk sahibi olmak için birlikte bir yaşamı paylaşmanın çok zor olduğu kişilerle evlilik sözleşmeleri yapılıyor.
Beklentiler, arzular ile gerçekler arasındaki büyük uçurum sonucu; hayal kırıklıkları, çekişmeler, üzüntü ve acılarla bu taahhütler bozuluyor.
Kimse kendinde olmayanı veremez
Kendimizi tanımadan, gerçek ihtiyacımızın ne olduğunu bilmeden ıstırabımıza birilerini ortak etme çabamız bizi daha da çıkmaz yollara sürükleyebiliyor.
GÖRMEK ÖZGÜRLEŞMEKTİR
Tek başına kendine yetmeyen, kendi arkadaşlığı ile kalamayan kişi etrafında onlarca kişi bile olsa yalnızlıktan kurtulamayacağını fark ettiği anda zincirlerinden özgürleşebilir ancak.
Bazı yolculuklara, özellikle kendi iç okyanusumuzun derinliklerine olan dalışlara tek başına çıkmak zorundayız.
Yüreğimizin karanlık dehlizlerinde görmekten pek de hoşlanmadığımız, varlığını reddettiğimiz duygularımız var. Akşam karanlığında gölgeler gibi yalnız kaldığımızda üzerimize hücum edeceğinden korktuğumuz!
Onun için etrafta gürültü istiyoruz ki kendi zihnimizi duymayalım.
Öfke, kızgınlık, kıskançlık, aç gözlülük, nefret gibi yönlerimizi yok sayarak sadece herkese şirin görünen, sevimli, sevecen halimizi kabul etmekten yanayız.
“Beni yüceltin, sevin, hayran olun, başarılarımı alkışlayın ve hep etrafımda olun” ki, ola ki ben unutursam bunları bana hatırlatın diyoruz.
Onları yüzeye çıkarıp, görünür hale getirmekten başka bir çözüm yok oysa.
Yüzeyde eksik de olsan derinde tamamsındır
Bize en çok deneyim katan tek başına çıktığımız seyahatlerdir:
Kendini keşfe çıkarken yanına para, pul, pasaport, eş, arkadaş, unvan, giysi… Hiçbirini almana gerek yoktur. Kendinle baş başa kalmak için Himalaya’ lara gitmen gerekmez, çarşı- pazar kalabalığında bile başarabilirsin.
Tek ihtiyacın olan yaşama duyduğun güven ve bilinmeyeni keşfe olan cesarettir.
Bir kez cesaretin korkunu aşarsa ve bir AN için gerçeği GÖRDÜĞÜNDE artık yalnızlık dâhil korkacak bir şey kalmaz.
O AN kendini bütün varlığınla kabul etmenin özgürlüğü, coşkusu ile dolar taşarsın. Artık kalabalıklar içinde de olsan, yalnız da olsan TEK BAŞINA olmanın, kendi yakın arkadaşlığının keyfini yaşamaya başlarsın.
Kim olduğunu keşfetmenin HUZURU ve yaydığın kendini olduğun gibi SEVMEK kaynaklı çekime, senin talep etmene gerek kalmadan, eşlik etmek üzere birçok varlık kapılacaktır.
İşte onları kendi yolculuklarına özendirme zamanı da budur.